Kaybolmuş Uygarlıklar, İlkel Dönemler ve Gelecekteki Medeniyet
Yeryüzünde daha önce var olmuş uygarlıklar
içinde, büyük bir ihtimalle şu anda
içinde bulunduğumuz uygarlığın çok daha ilerisinde olanlar vardı. Haddi aşmış
kavimlerin başına gelen felaketler neticesinde bunlar yeryüzünden silinirken
bazı etkilerini yeni başlayan uygarlıklara taşıyorlardı.
Zamanımızda bazen yarı insan yarı hayvan
benzeri doğumların görülmesi, kaybolmuş
uygarlıkların insan genleri üzerinde sınırları aşan oynamalar sonucu yaratık
türü varlıkların oluşması ve bu varlıkların genlerinin zaman zaman baskın gelmesi sonucudur muhtemelen.
Yaşanılan felaketler sonrası hayatta kalan insanlar ilkel yaşantılar sürmüşler,
uygarlığı yeniden oluşturma yolunda işe ilk baştan başlamışlardır.
(devam bağlantısına tıklayınız)
(devam bağlantısına tıklayınız)
Felaket sonraları manzara; radyasyon ve
genetik oynamalar neticesinde bilinci
örselenmiş, zeka seviyeleri etkilenmiş, ilkel düzeyde algıya sahip insanlarla
dolu bir çevre olabilir. Bazılarında
atalarının genlerinden aktarılan ileri teknoloji devrine ait bilgiler
genlerinde kayıtlıydı. Bazı genler
çok daha fazla
deforme olurken, bazı genler
ise daha az
etkilenerek taşınmış olabilir
yeni ilkel dönemlere. Daha
ileri seviyede genlere
sahip olanlar yeni
kurulan toplulukların bilgeleri
sayılıyordu. Birtakım geçmiş ve
geleceğe dair bilgiler
verebilmeleri zaten genlerinde
kayıtlı bilgilerden kaynaklanıyor
fakat halk bunlara
olağanüstü güçler, falcılık,
büyücülük, tanrı vasıfları yüklüyordu.
Kimisi bu güçlerini
kullanarak toplum üstünde
egemenlik kuruyordu. Yeme, içme, barınma ihtiyaçlarını karşılamak
için tekrar akıllarını zorluyorlar,
atalarından miras kalmış
bilinçaltı hafızalarını kullanmaya çalışıyorlardı. Yani kendileri keşif
yapan değildi, bilgiler; ataları
zamanına ait yüksek teknolojinin
kendilerine genler yoluyla fısıldanmasıydı adeta.
Daha önce yok
olmuş bu ileri teknoloji devri
dediğimiz topluluklarda farklı olan
yalnızca bilim ve teknoloji değildi elbette.
Nano teknolojinin müthiş sıçraması ile yaşam kalitesi de değişmiş, yeni
düzene göre yasalar koymak gerekmişti. Örneğin, bir gözlüğün çerçevesinde bile
taşınabilen, yeryüzündeki bütün
bilgileri barındırabilen minik bilgisayarlar ile aynı zamanda kişilerin her
saniyesi kaydediliyor, özel hayat kavramında ve yaşantısında değişiklikleri
zorunlu kılıyordu. Bir başka örnek verecek olursak; bu teknoloji sayesinde bir
hafta hiç uyumadan yaşayabilen ve hiç performansından bir şey kaybetmeyen
askerler, arıza yaptığında kendini yeniden üretebilen makineler olabiliyordu. Belki de bütün hastalıkların
çaresi bulunmuştu…
Hayallerimizin
ürünü dediğimiz romanlar, çizgi filmler,
keşfi yapılmadan önce çizilebilmiş haritalar, teknoloji ve
bilimdeki sıçramalar bize atalarımızdan aktarılmış gen
hafızalarından başka ne olabilir?
Mitolojilerin
oluşumu da kendilerinden önceki çağlara ait bilgilerin ilkel bir
hayat tarzı içindeyken
yorumlanmasından başka bir şey değildi. Yarı insan yarı hayvan varlıkları
hatırlıyorlar, resimlerini duvarlara kazıyorlar, ancak olağan üstü anlamlar
yükleyip, geçmişlerindeki teknolojinin
ürünü canlılar olduğunu
düşünemiyorlardı. Elinde sadece avlanmaya yarayan bazı aletleri olan ve
ancak bunları yapabilen düzeydeki bir topluluğun bunları keşfedebilmesi, doğru
yorumlayabilmesi mümkün değildi.
Felaketler yeryüzünün her tarafında aynı şiddetle olmadığından, topluluklar
felaketten etkilendiği oranda uygarlık düzeylerindeydi.
Yeryüzünün her tarafında hikâyesi aynı olan, ortak kabul görmüş
efsaneler vardır. Yalnızca isim ve ufak tefek ayrıntı değişiklikleri görürüz bunlarda. Mutlak yaratıcıyı
keşfedebilme yetisi Allah tarafından insan genlerine yaradılış başlangıcında konduğundan,
insan; içindeki keşif yolunda sapmalara gidebilmiş, kendinden önceki
uygarlıklara ait olan
bilgilerin bilinç altı etkisiyle
insansı tanrılar var etmiştir düşüncesinde. Geçmişinden gününe daha fazla bilgi
aktarabilen genlere sahip kişilere tanrısal vasıflar yüklemiştir. “Örneğin
Mısır tanrılarından Osiris’in tahta geçtikten sonra ilk
yaptığı işlerden biri , ilkel bir hayat süren Mısır’lıları uygarlaştırmak
olmuştur. Osiris onlara ilk tarım araçlarını yapmayı, toprağı işlemeyi ,
buğdayı ve üzümü yetiştirmeyi , ekmek , şarap ve bira yapmayı öğretmiştir.
Ayrıca ilkel Mısır’lılara ilk defa tapınak inşa etmeyi ve tanrılara tapmayı
öğreten ve dini törenleri düzenleyen de Osiris’tir. Hatta ikili flütü de ilk
Osiris yapmıştır.” (1)
Tanrılar; felaket öncesi
geçmişlerinden, günlerine
taşıyabildikleri gen hafızalarının büyüklüğü oranında, maharetleri oranında
değerleri ve kutsallıkları artan insanlardı. Kendilerinin toplumdaki
diğer insanlardan farkını
görebiliyorlar ve bunu
olağanüstü güçler olarak
yorumluyorlardı. Oysa kaybolmuş
medeniyetlerde yaşayan insanlara
en yakın gen
özellikleri taşıyan ve
bulundukları topluma göre
daha ileri bir
seviye gösteren günümüz
alelade insanlarından farklı
değildi bu tanrılar. Zamanımızda usta
bir marangoz, o zaman için bir tanrıydı mesela.
Yeryüzünde çok önceki uygarlıklarda doğumlar nasıl oluyordu acaba? Aile ve çocuklar diye kavramları var mıydı? Yoksa nesiller laboratuarlarda mı üretiliyordu? Belki bu isteğe bağlıydı ve aile kavramı, yaşantı şekli varsa bile çocuk sahibi olmak isteyen ebeveynler ışınlar altına yatıyordu. Hiç birbirine dokunmadan ışınlar altında beyin gücü ile temas kurabilen ve hücrelerin çoğalıp kopyalanmasıyla hem de çok kısa süreler içinde doğumlar yapabilen, yeryüzünden silinmiş en eski atalarımızı hatırlıyor gibiyim sanki.
Bizden bir önceki atalarımız da hatırlıyordu ki bu hafızalarında kayıtlı olan olaylardan efsaneler oluşturdular. Efsaneler gerçek değil diyemiyoruz, yorumlar ilkel devirlerin şartlarında yapıldığı için hatalı olmuştur ve her mitolojiye bir ya da birçok tanrı sığdırılmıştır. Efsanelerde anlatılan olaylar aynı zamanda bizim ileri teknolojiye geçtiğimizde neleri göreceğimize ipuçları da veriyor ve biz ilimdeki bu gelişmeleri gözlemlerken efsaneleri zamanla daha doğru yorumlayacağız.
Hiç uyumadan performansı yüksek kalabilen süper askerler, düz duvarlarda yürüyebilen süper adamlar, Bütün roman ve çizgi kahramanları gerçek olacak, efsanelerdeki hatalı yorumlamalar düzelecek, zamanla taşlar yerine oturacak.... mı?
Durumu Kuran açısından incelediğimizde ne kadar çok seslilik görüyoruz. Bu zamanda ilkel devrin uzantılarında yaşıyoruz hâlâ, kullandığımız teknoloji ile yeryüzünde daha önce yok olmuş uygarlıkların seviyelerine gelinemedi henüz. Kuran açıklamaları için neden her yüz yılda bir müçtehit gönderildiğine de, buna neden ihtiyaç olduğuna da bir cevap oluyor bu durum. Çünkü Kuran en üst teknolojinin, şu an aklımızın alamayacağı yaşantı türleri zamanlarının ötelerine bir yolculuk yaptırıyor bize. İnsanlığın bulduğu her keşif, her buluş ve kavuştuğu her teknoloji Kuran’a hizmet etmektedir. Varılacak son noktaya zamanda bir yolculuktur Kuran. Zamanın ilerlemesi diye bir şey yoktur, insanlık tekâmül göstermektedir.
Bundan 2-3 yüz yıl sonra gelecek müçtehitler örneğin kurban hakkında hükümlerini verirlerken muhtemelen o devirlerde ete ihtiyaç duyacak kimse olmayacağından, beslenme alışkanlıkları değişiklik göstereceğinden, günümüzden çok farklı kararlar alabilecekler. Hologram hayvanların kurban edilmesi konuları konuşulacak belki de. Belki insan ve hayvanların bir yerden başka bir yere gidişi anında ışık hızıyla hem bedenen hem ruhen olacak. Ve yine belki de yeryüzüne gönderilen ilk kurbanlık koç hologram bir koçtu, gökyüzünden gönderildiğini bildiğimiz bu ilk kurbanlık hakkında yeterince bilgimiz var mı? İlerlemiş teknoloji devirlerinde tüketim için büyük meblağlar ödemeye gerek kalmayacak, büyük meblağlar bilgi için ödenecek. Örneğin, kulağına yerleştirdiği bir mini bilgisayar ile bütün meyve nektarlarını sanal olarak üretip kokusunu aldıran, tadını aldıran ve doygunluk hissi uyandıran, yani buluşlarında beş duyuya hizmet eden bir bilim adamı dünyanın en varlıklı insanı olabilecek. Bunu internet ya da günümüzden daha hızlı bir sistem ile insanlara çok uygun fiyatlara sunabilecek, belki de yönetimler bilgiyi bilim adamından satın alıp, halka ücretsiz sunabilecek. Hayat şu an aklımızın almayacağı kadar farklı olacak ve yeryüzünde şimdi mevcut olan bütün yasalar hükümsüz bir tarih bilgileri olacak okutulacak. Tıpkı zamanımızda eski tarihi devirlere ait kanunları okuduğumuz gibi. Gelecekte hükmü olmayacak yasalar içinde yaşıyoruz bu devirde. Bizden çok sonraki kuşaklar hemen hepsini çok ilkel bulacaklar, benim bizden bir önceki atalarımıza ilkel seviyelerdeydiler demem gibi.
Azgınlıklarından dolayı yeryüzünden silinmiş kavimlere benzemezlerse, Kuran’a bağlı kaldıkları sürece, müçtehitlerine uyduklarında; ne düşünürlerse yanı başlarında hemen üretebilecekler, nereye isterlerse anında yolculuk yapabilecekler, hangi meyveyi istiyorlarsa bilgisayarlarında bir tık ötede gerekirse ağaçlarını üretip meyvelerinden yiyebilecekler. Her şeyin en leziz ve katışıksız olanını üretebilecekler ve gerçek tatlarına varabilecekler, kısaca bilimin son noktasına yaklaşıp teknolojinin tüm imkanlarını kullanabilecekler. Bütün bu ilerlemeler oldukça hepsinin Kuran’da en ince detaylarına kadar yazılı olduğunu görecekler. Çünkü yine tekrarlıyorum, insanlığın bulduğu her keşif, her buluş ve kavuştuğu her teknoloji Kuran’a hizmet etmektedir. Varılacak son noktaya zamanda bir yolculuktur Kuran. Zamanın ilerlemesi diye bir şey yoktur, insanlık tekâmül göstermektedir.
Bu yazıda bilimsel ispatlar yapabilen doneler yoktur, farklı bir açıdan yorum yapma diyebiliriz ama yazdığım bu yazı bilimsel bir kaynak olarak kullanılamaz elbette. Selamlarla
Müjgân Akyüz Dündar
(1) İnternetten, kaynağı
belirsiz Mısır tanrıları
hakkında bilgi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder